TAŞINMAZ SATIŞ SÖZLEŞMESİ VE UYGULAMADAKİ BAZI SORUNLAR HAKKINDA BİLGİ NOTU
Av. Çiğdem Çavuşoğlu
Av. Simge Hazal Poyraz
ÖZ
Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi uygulamada çok sık başvurulan bir sözleşmedir. Uygulamada sıklıkla taşınmaz sahibi olmak isteyen kimselerin başvurmuş olduğu yöntemlerden biri de taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile taşınmaz sahibi olmaktır. Taraflar bazı durumlarda taşınmaz satışını o an şartlar gerçekleşmediği için yapmak istemeyebilirler. Ön ödemeli konut satışlarında taraflar aralarında taşınmaz satış vaadi sözleşmesi yaparlar. Ancak taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin uygulanmasında bazı problemler yaşanmakta olup sözleşmenin bir tarafının edimini yerine getirmekten imtina etmesi sebebiyle diğer taraf genellikle tescile zorlama davası yolu ile mülkiyet hakkı kazanmaktadır. Özellikle son yılarda inşaat sektöründe ortaya çıkan ekonomik kriz ile beraber taşınmaz satış sözleşmelerinde sıklıkla taraflardan biri yükümlülüğünü yerine getirirken diğer tarafın işbu sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yaşanan ekonomik kriz veya başkaca herhangi bir nedenle yerine getirmemesi sebepleriyle dava yoluna başvurulması daha da artmış ve günümüzde bu konuda oldukça fazla sayıda yargılama yürütülmeye başlamıştır. Ele alınan bu çalışma ile öncelikle taşınmaz satış vaadi sözleşmesi genel hatları ile incelenecek ve uygulamada yaşanan sıkıntılar hakkında açıklamalarda bulunulacaktır.
GİRİŞ
Taşınmaz satış vaadi, taşınmazın
ileride belirli şartlarla satılması borcunu içeren bir ön sözleşmedir. Doktrindeki
hâkim görüş, satış vaadini bir ön sözleşme olarak
görmekte, bunun bir
satış sözleşmesi olmadığını kabul etmektedir. Taraflar
düzenledikleri ön sözleşme ile ana sözleşmenin akdedilmesini hüküm altına almak
istemektedirler. Bu sözleşme
ile esas satış sözleşmesini yapma borcu yüklenilmiş olmaktadır. Taşınmaz maliki, satış vaadinden doğan borcunu yerine
getirmek isterse tapu müdürü tarafından düzenlenecek resmi senetle satış
sözleşmesi yapılacak ve tescil konusundaki hükümlere uyularak taşınmazın
mülkiyeti alıcı adına tescil edilecektir. Eğer taşınmaz maliki satış sözleşmesi
yapmaktan kaçınırsa alıcının açacağı davanın ve mahkemece verilecek hükmün
konusu ve niteliği tartışmalıdır. Öğretide yapılan
tartışmalar çalışmanın kapsamını aşacağından söz konusu tartışmalara değinilmeyecektir
1.TAŞINMAZ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMELERİNİN ŞEKLİ
Taşınmaz
satış vaadi, bir tarafa veya iki tarafa bir taşınmazın satış sözleşmesinin
yapılmasını talep hakkı sağlayan bir sözleşmedir. İsviçre ve Türk
öğretisinde ve
uygulamasında hâkim olan görüş, satış vaadinin bir ön sözleşme olduğu yönündedir.
Türk Borçlar Kanunu 237. madde hükmü gereği satış vaadi sözleşmeleri resmi
şekle tabii sözleşmelerdir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri resmi şekilde
düzenlenmedikçe geçerli olmaz.[1] Taşınmaz satış
vaadinin bir ön sözleşme olarak, BK 29/2 uyarınca taşınmaz
satışına ait şekle tâbi
olması yani satış
vaadinin de tapu müdürlüklerinde düzenlenecek resmî
senetle yapılması
gerekir. Fakat 1512 sayılı Noterlik
Kanununun 60. maddesinin 3. bendine göre, taşınmaz satış vaatlerine ait resmî
senetleri re’sen
düzenleme yetkisi
noterlere tanınmıştır. Bununla beraber, satış sözleşmesini
düzenleyebilen
makamın satış vaadini düzenleme yetkisine de öncelikle
sahip olması
gerektiğinden, tapu müdürlerinin bu konudaki yetkilerinin sürdüğünü evleviyet
ilkesi gereği kabul etmek uygun olacaktır. Hemen belirtmek isteriz ki tapu
müdürleri hem satışa, hem de satış vaadine ait resmî senetleri düzenleme
yetkisine sahipken, noterler sadece satış vaadine ilişkin resmî
senetleri düzenleme yetkisine sahiptirler. Noterler
tarafından taşınmaz satışı
olarak düzenlenen resmî senetler hükümsüzdür; fakat
sözü geçen sözleşmelerin tahvil yoluyla satış vaadi olarak geçerli sayılması
mümkündür.
Hem doktrin hem Yargıtay bu imkânı genel olarak kabul etmektedir.[2]
Hemen belirtmek isteriz ki ki her ne kadar tarafların işbu sözleşmeyi resmi şekilde akdetmeleri gerekmekteyse de uygulamada sıklıkla adi yazılı şekilde satış vaadi sözleşmeleri yapılmaktadır. Bu durum pek çok sorunu beraberinde getirmektedir. Resmi şekilde akdedilmemiş satış vaadi sözleşmeleri geçersizlik yaptırımına tabi olmakla Yargıtay resmî şekilde yapılmamış bir satış vaadi sözleşmesinin geçersizliğinin ileri sürülmesini, bu sözleşmeye dayanarak taşınmazın teslim edilmiş
olması karşısında hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirmiştir.[3] Şöyleki; bağımsız bölüm satımına ilişkin geçerli bir sözleşme olmadan tarafların bağımsız bölüm satımında anlaşarak alıcının tüm borçlarını eda etmesi ve satıcının da bağımsız bölümü teslim ederek alıcının onu malik gibi kullanmasına rağmen satıcının tapuda mülkiyetin devrine yanaşmaması hallerinde; olayın özelliğine göre hâkimin TMK’nın 2. maddesini gözeterek açılan tescil davasını kabul edebileceğini hükme bağlamıştır. Ancak ilgili içtihadı birleştirme kararı dikkatli incelendiğinde söz konusu geçersizliğin sözleşmenin tarafları arasında ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması arz edeceğinden bahisle sözleşmenin tarafları arasında şekli geçersizliğin ileri sürülmesinin kabul edilmeyeceği karar altına alınmıştır. Oysa günümüzde gerek inşaat sektöründe meydana gelen ekonomik krizden kaynaklı olarak gerekse de diğer sebeplerle vaat borçlusu taşınmazın mülkiyetinin nakli borcunu yerine getirememektedir.
Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Vaat alacaklısı, edim yerine getirilmediğinde, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen satıcıdan Türk Medeni Kanununun 716 uyarınca açacağı tapu iptali ve tescil davasında borcun hükmen yerine getirilmesini isteyebilir. Ancak bu dava açılana kadar hatta dava sırasında söz konusu taşınmaz için tedbir kararı alınana kadar vaat borçlusunun alacaklılarının da taşınmaz üzerine haciz şerhi işlemeleri, ipotek kaydı koymaları pek olasıdır. Bu halde taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tarafları arasında yukarıda belirtilen şartlarda TMK m.2 gereği şekle aykırılığın ileri sürülmesi kabul edilmezken haciz alacaklıları veya ipotek hakkı sahipleri tarafından bu şekle aykırılığı ileri sürülmesi mümkün olabilecek midir? Bu konu hakkında henüz verilmiş bir karar bulunmamakta olup söz konusu hususun gerek öğreti gerekse de içtihatlarla aydınlatılması lazım gelmektedir.
2. TAŞINMAZ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMELERİNİN ŞERHİNİN HACİZ VE İPTOTEK HAKKI SAHİPLERİNE ETKİSİ
Taşınmaz satış vaadi
sözleşmesi, borç doğuran bir sözleşmedir. Satış vaadi sözleşmesi, ilgilisine
ayni hak değil sadece kişisel hak sağlar.
Ancak, taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tapu siciline şerhi mümkündür. Satış
vaadi ile tanınan satın alma hakkının şerhi imkânı TMK m.1009’da
öngörüldüğü gibi, 6.1.1954 tarih ve 6217 sayılı Kanunla Tapu Kanunu’nun 26.
maddesinde yapılan değişikle de kabul edilmiştir. Tapu Kanununun 26. maddesine
eklenen 5.fikraya göre; “Noterlik Kanununun
44’üncü maddesinin (B) bendi
mucibince noterler tarafından tanzim edilen gayrimenkul satış vaadi
sözleşmeleri de taraflardan biri isterse gayrimenkul siciline şerh verilir.”
Kanun şerhin yapılması için ayrıca bir şerh anlaşması aramamıştır.[4] Şerh anlaşmasının kanunun
açık hükmü gereği aranmaması ile ilişkili olarak taraflar
arasında düzenlenmiş olan satış vaadi sözleşmesinin tapu kütüğüne şerh
edilmesini sözleşme taraflarından herhangi biri talep edebilir. Sözleşme
noterde usulüne uygun olarak düzenlendiği takdirde tapu kütüğüne şerh edilmese
dahi geçerli olacaktır. Ancak bu durumda satış vaadi sözleşmesi ile kendisine
taşınmazın satılacağı taahhüt edilen taraf tapu kütüğündeki kayıtlara dayanarak
işlem yapan üçüncü kişilere karşı herhangi bir hak iddiasında bulunamaz.
Sözleşme tapuya şerh edildiği takdirde, kişisel hak güçlenecek ve üçüncü
kişilere karşı ileri sürülebilecektir. Satış vaadinin sağladığı satın alma
hakkının şerhi, bu hakkın sonraki
maliklere karşı da kullanılabilmesi imkânını sağladığı gibi kişisel hakların
şerhindeki munzam etkiyi de sağlar.[5] Bu
takdirde, kuvvetlendirilmiş kişisel hak (eşyaya bağlı borç) niteliğini
kazanır ve şerhten sonra üçüncü kişilere karşı da sonuç doğurur. Bu
sonuç ve etki şerhten itibaren 5 yıldır (Tapu K. m. 26/ V)
Uygulamada taşınmaz sahibi olmak isteyen kimselerin sıklıkla başvurduğu yöntemler “satış vaadi sözleşmesi”, “maketten satış”, “projeden satış”, “ön ödemeli konut satışları” şeklinde olabilir. Bu sözleşmelerde karşılaştırdığımız durum genellikle satış vaadi alacaklısı üstlenmiş olduğu edimleri yerine getirirken sözleşmenin diğer tarafı taşınmazın zilyetliğini devretmesine rağmen tapu kaydının devrini yerine getirmekten imtina etmekte, tapu sicilinde kaydın düzeltilmesine yanaşmamaktadır. Bu durumda tapu kaydının devri içi tescile zorlama davası ikame edilmesi gerekmektedir. Tescili zorlama davası ikame edilene kadar hatta dava sırasında söz konusu taşınmaz için tedbir kararı alınana kadar vaat borçlusunun alacaklılarının da taşınmaz üzerine haciz şerhi işlemeleri, ipotek kaydı koymalarının pek olası olduğu yukarıda bahsedilmişti. Eğer ki taraflar arasında resmi şekilde düzenlenmiş satış vaadi sözleşmesi bulunmaktaysa tek taraflı bir şekilde tapu siciline şerh verilmesi halinde kuvvetlendirilmiş kişisel hak niteliğini kazanır ve şerhten sonra üçüncü kişilere karşı da sonuç doğurur. Şerhten sonra tapu kaydına işlenebilecek ipotek ve haciz kayıtlarına karşı satış vaadi alacaklısı hakkını ileri sürebilme imkânı elde eder. Ancak uygulamada asıl sorun taşınmaz satış vaadi sözleşmelerinin resmi şekilde yapılmadığı, tapu kütüğüne şerh verilmediği hallerde ortaya çıkmaktadır. Her ne kadar taşınmaz satış vaadi sözleşmesi tek taraflı taleple tapu kütüğüne şerh edilebilmekteyse de taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin tapu kütüğüne şerh edilebilmesi için tapu memurları tarafından resmi şekilde yapılmış geçerli bir satış vaadi sözleşmesi sunulması gerekecektir. Yukarıda taşınmaz satış vaadi sözleşmesinin belli durumlarda resmi şeklide düzenlenmese dahi taraflar arasında bu geçersizliğin ileri sürülemeyeceği Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile kabul edildiği açıklanmıştı. Peki bu halde de tapu memurunun resmi sözleşme olmaması sebebiyle şerh kaydını işlemekten imtina etmesi Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile geçerlilik tanınan satış vaadi sözleşmesi şerh edilmese dahi satış vaadi alacaklıları yine de şerhin munzam etkisinden veya üçüncü kişilere karşı ileri sürebilme imkanından faydalanabilecekler midir? Mevcut hukuk düzenlememize göre bu soruyu olumsuz yanıtlamak gerekecektir. Ancak resmi şekilde düzenlenmeyen satış vaadi sözleşmesinin geçerli olduğu kabul edilerek satış vaadi alacaklısına tescilini imkân tanınırken üzerindeki takyidatlarla tapu kaydının devralınması durumunda satış vaadi alacaklısı esasen ulaşmak istediği amaca ulaşamamaktadır. Satış vaadi alacaklısı taşınmazının cebri icra yoluyla satılması ile taşınmazını kaybetme tehlikesi altındadır. Dolayısıyla da Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı ile sağlanmak istenen amaç gerçekleştirilememektedir.
Uygulamada inşaat sektöründe oluşan ekonomik kriz ile satış vaadi alacaklıları tarafından sıklıkla takyidatlardan ari bir şekilde tescil talep edilmekte ancak bu konu ile ilgili üst mahkeme tarafından verilmiş bir güncel karar bulunmamaktadır. Satış vaadi alacaklılarının açmış oldukları tescili zorlama davalarında taşınmazın devrine karar verilirken haciz ve ipotek hakkı sahiplerinin durumunun ne olacağı hakkında verilmiş güncel bir karara ihtiyaç bulunmaktadır.
3.TAŞINMAZ SATIŞ VAADİ SÖZLEŞMELERİNDE İYİNİYET VE İPOTEK HAKKI SAHİBİNİN DURUMU
Uygulamada sıklıkla başvurulan “maketten satış”, “projeden satış” gibi ön ödemeli konut satışları akabinde tüketici adına takyidatsız bir şekilde tapu devri işlemi yapılamadığı takdirde ikame edilen tescile zorlama davalarında sıklıkla karşılaşılan bir diğer durum olarak: uyuşmazlık konusu taşınmaz üzerinde tapuda ipotek alacaklısı bir banka bulunmasıdır. Bu noktada belirtmek gerekir ki; her bir somut vakıaya göre ipoteğin tescil tarihi, satış vaadi sözleşmesinin akdedilme tarihi, ödeme tarihi gibi hususların ayrı ayrı önemi bulunmakla birlikte, bu çalışmamızda ipotek alacaklısı bankaların kredi kullanacak müşterilerinin mali tablolarını inceleme yükümlülükleri, gayrimenkul değerleme hizmetleri ve tüm bu araştırma yükümlülükleri neticesinde iyi niyet durumları genel hatlarıyla irdelenecektir.
Yukarıda bahsedildiği üzere inşaat sektöründe oluşan ekonomik kriz ile satış vaadi borçluları taşınmazların tapu devrini gerçekleştirmemekle birlikte kendi borçları için satış vaadi konusu taşınmazlarda ipotek tesis etmektedirler.
Satış vaadine konu taşınmazlar üzerinde tapuda ipotek alacaklısı olarak bulunan bankaların hukuki statüsüne göre TTK 18/2 maddesi uyarınca, ticaretine ait tüm faaliyetlerde basiretli hareket etme mecburiyeti bulunmaktadır. Buna göre, basiret, tacirin ticarî işletmesiyle ilgili olarak, fiilî ve hukukî işlemlerde göstermesi gereken dikkat, tedbir ve objektif özen yükümlülüğü demektir. Tacir, tüm bu hukukî ve fiilî işlemlerini yaparken, ticarî hayatın gerektirdiği tüm tedbirleri almalı ve meydana gelebilecek değişmeleri önceden tahmin etmeye çalışarak yükümlülük altına girmesi gereklidir.[6] Bu sebeplerle ipotek hakkı sahibi bankalar, basiretli birer tacir gibi davranarak kredi vereceği kişiler ile bu krediler için gösterilmesi gereken ayni teminatlar hususunda uzman olduğu göz önüne alındığında, maketten satış yapılan veyahut konut projeleri olan taşınmazlar üzerinde bulunan yapıların tüketicilere satıldığı şeklindeki mevcut durumdan haberdar olmadıklarını, iyi niyetli davrandıklarını ileri süremeyeceklerdir. Nitekim ipotek koyacak bankalar gerekli araştırmayı yapacak ve durumu bilecek konumdadır, aksi halde ise gerekli araştırma yükümlülüğünü yerine getirilmemiş, mesleki olarak dikkat ve özen yükümlülüğü gösterilmemiş durumlarda ise banka iyi niyetten bahsedemeyecektir. Bu noktada üzerinde durmamız gereken Bankaların Kredi İşlemlerine İlişkin Yönetmelik (Resmî Gazete Tarihi: 01.11.2006 Resmî Gazete Sayısı: 26333) uyarınca bankaların müşterileri ile kredi sözleşmesini imza altına almadan önce müşterisinin kredi analizlerini, mali tablo incelemelerini ve gelir durumu tespitlerini yaparak mali durumunu inceleme yükümlülüğü bulunmaktadır. Bu sebeple inşaat şirketi müşteriler ile kredi ilişkisi sonucu; inşaat şirketinin mali durumu, gelir tabloları, uygulamada olan projeleri, bu projelere bağlı satışları ve tüm ticari mevcut durumu, bankalarca bilinmektedir.
Bilindiği üzere bankaların taşınmaza ekspertiz incelemesi yaptırmadan kredi kullandırarak ipotek tesis etmesi hem ticari hayatın akışına hem de bankacılık dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmesine aykırıdır. Bankalar, müşterilerine kredi sözleşmesi akdetmeden önce 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu ve bu kanuna istinaden çıkarılan “Bankaların Değerleme Hizmeti Almaları ve Bankalara Değerleme Hizmeti Verecek Kurumların Yetkilendirilmesi ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik” hükümlerine göre kredinin teminatını teşkil edecek taşınmazın değerlendirilmesinde dikkat edilmesi gereken hususların ayrıntılı şekilde düzenlenmiştir. Özellikle işbu yönetmeliğin 14/3. maddesi taşınmaz değerleme raporunda olması gereken asgari hususları tek tek saymıştır. Bu ölçütlere uyulduğu takdirde yukarıda bahsetmiş olduğumuz tescile zorlama davalarına konu olan taşınmazların üzerinde konut projesi olduğu ve kredi kullanan inşaat şirketi müşteri tarafından tüketicilere satış vaadi sözleşmeleri yapıldığı hususu açıkça görülecektir. Belirtmek gerekir ki uygulamada sıklıkla satış vaadi alacaklısı tüketici, üstlenmiş olduğu edimleri yerine getirerek ödemeleri tamamlarken, sözleşmenin diğer tarafı inşaat şirketi, taşınmazın zilyetliğini devretmesine rağmen tapu kaydının devrini yerine getirmekten imtina etmektedir. Hal böyle olunca bankalar tarafından yapılacak ekspertizle dahi taşınmazın zilyetliğinin başkaca kimselere ait olduğu açıkça görülebilecektir. Dolaysıyla böylesi hallerde ipotek hakkı sahibi bankanın iyiniyetli olduğundan bahsedilemeyecektir.
İşbu davalarda sıklıkla ipotek hakkı sahibi banka tarafından TMK madde 1024 kapsamında tapuda bağımsız bölümün kredi kullanan inşaat şirketi adına kayıtlı olduğu, kayda güvendiği ve krediyi verdiği ileri sürülse de; teminata konu taşınmazı ayrıntısı ile inceleyip değerlemesini yaptırmadan kredi kullandırması ve ipotek vermesi ticaret hayatının ve bankacılık uygulamasının gerekleri ile de bağdaşmamaktadır.[7]
Konuya ilişkin Yargıtay uygulamasına örnek olarak; 14.03.2011 tarihli Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2011/4111 E. ve 2011/4489 K. Sayılı Karar’da;” ..Ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyi niyet iddiasında bulunamaz (TMK md. 3). Lehine ipotek tesis edilen davalı banka tacirdir. Ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi yasa gereğidir. (TTK md. 20/2). Bu gereklilik teminat olarak gösterilen taşınmazın hukuki ve fiili durumunu bilmeyi de içerir. Bunu yapmamışsa özenli davranmamış demektir. Bu bakımdan davalı bankanın basiretli davranmadığı açık olup, iyi niyet iddiası haklı değildir..” denilmiştir.[8]
Son olarak kısaca belirtmek gerekir ise, inşaat şirketleri ile arasında kredi sözleşmesi akdedilmiş ipotek alacaklısı bankalar, gerek Bankaların Kredi İşlemlerine İlişkin Yönetmelik gerekse Bankaların Değerleme Hizmeti Almaları ve Bankalara Değerleme Hizmeti Verecek Kurumların Yetkilendirilmesi ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik ile birlikte asgari şartları sağlayarak, ticaret hayatının ve bankacılık uygulamasının yükümlülüklerine uygun kredi sözleşmeleri ve ipotek tesisleri sağladıkları takdirde, ipotek tesis edilen taşınmazların tüketicilere çeşitli satış vaadi ve ön sözleşmelerle satışının yapıldığının bilmediğini ileri sürmesi imkansız olacaktır.
4.SONUÇ
Kaynağını
6098 sayılı TBK’ nın 29. maddesinden alan taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri, TBK’
nın 237. maddesi ile TMK’nın 706. Noterlik Kanunu’nun 60/3 ve 89. ve Tapu
Kanunu’nun 26. maddesinde düzenlenmiştir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmesi;
noter tarafından re’sen düzenlenmesi gereken, tam iki tarafa borç yükleyen ve
kişisel hak sağlayan sözleşme türüdür. Taşınmaz satış vaadi, taşınmazın
ileride belirli şartlarla satılması borcunu içeren bir ön sözleşmedir. Öğretide
de sıklıkla ön sözleşme olduğu kabul edilmektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 237/2 maddesinde de, sözleşmenin şekli
başlığı altında; taşınmaz satışının geçerli olması için getirilen resmi senede
bağlanması şartı, taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri için de öngörülmüştür. 1512
sayılı Noterlik Kanunu’nun 60/3 ve 89. maddeleri taşınmaz satış vaadi
sözleşmelerinin noterlerce düzenleme şeklinde (resen) yapılacağı kuralını
getirmiştir. Taşınmaz satış vaadi sözleşmeleri resmi
şekilde düzenlenmedikçe geçerli olmaz. Resmi
şekilde akdedilmemiş satış vaadi sözleşmeleri geçersizlik yaptırımına tabi
olmakla Yargıtay resmî şekilde yapılmamış bir satış vaadi sözleşmesinin
geçersizliğinin ileri sürülmesini, bu sözleşmeye dayanarak taşınmazın teslim edilmiş
olması karşısında hakkın kötüye
kullanılması olarak nitelendirmiştir. Satış vaadi
sözleşmesi 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 26 ve TMK’nın 1009. maddelerine
dayanılarak tapu kayıtlarına şerh verilebilir. Kişisel hak sağlayan satış vaadi
sözleşmesi tapu kaydına şerh verilmekle ayni etkili hale gelir. TMK’nın
1009/2.maddesinde de bu satış vaadi şerhi o taşınmaz üzerinde sonradan
kazanılan hakların sahiplerine karşı da ileri sürülebileceği belirtilmiştir.
Kuşkusuz, Tapu Kanunu’nun 26.maddesi uyarınca tapuya şerh verilen satış vaadi
sözleşmeleri şerh tarihinden itibaren beş yıl içinde satış yapılmaz veya
irtifak hakkı tesis ve tapuya tescil edilmez ise tapu sicil müdürü veya memuru
tarafından resen terkin edilir. Bu
düzenleme ile taşınmaz satış vaadi sözleşmesinden doğan hakka, üçüncü kişilere
karşı ileri sürülebilme imkânı verilmiştir. Sözleşmenin
sağladığı şahsi hakkı ayni hakka dönüştürmemekle birlikte “ayni tesir”
kazandıran bu şerhin geçerliliği de satış vaadi sözleşmesinin geçerliliğine
bağlıdır. Geçersiz bir sözleşmeye dayanılarak tapuya işlenen şerhin
geçerliliğinden ve koruyuculuğundan da mevcut hukuk düzenlememizde söz
edilemez. Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı
şeylerin ileride kendilerinden geri alınabileceği endişesi taşımamaları,
dolayısıyla toplum düzeninin sağlanması düşüncesiyle, taşınmazı satın alan
kişinin iyiniyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Belirtilen ilke,
TMK’nın 1023.maddesinde aynen “tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak
mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur”
şeklinde hükme bağlanmıştır. Aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki
1024.maddede “bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi
gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki,
tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini
sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda
edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyiniyetli olup olmadığının tam olarak
tespiti büyük önem taşımaktadır. Bu noktada ipotek alacaklısı bankalar, gerek Bankaların Kredi İşlemlerine İlişkin
Yönetmelik gerekse Bankaların
Değerleme Hizmeti Almaları ve Bankalara Değerleme Hizmeti Verecek Kurumların
Yetkilendirilmesi ve Faaliyetleri Hakkında Yönetmelik ile birlikte
asgari şartları sağlayarak, ticaret hayatının ve bankacılık uygulamasının
yükümlülüklerine uygun kredi sözleşmeleri ve ipotek tesisleri sağladıkları
takdirde, ipotek tesis edilen taşınmazların tüketicilere çeşitli satış vaadi ve
ön sözleşmelerle satışının yapıldığının bilmediğini ileri sürmesi imkansız
olacaktır.
Taşınmaz
satış vaadi sözleşmesi, tam iki tarafa borç yükleyen ve kişisel hak sağlayan
sözleşme türüdür. Geçerli bir satış vaadi, sözleşmedeki hükümlere göre yalnız
bir tarafa veya her iki tarafa asıl satış sözleşmesinin yapılmasını isteme
hakkı verir. Bu bakımdan, satış vaadi, alım hakkı sağlayan alım sözleşmesinden
farklıdır. Alım sözleşmesi hak sahibine tek taraflı bir beyanla satış
ilişkisini kurma yetkisi verirken, satış vaadi taraflara satış sözleşmesinin
yapılmasını isteme hakkım vermektedir. Alım hakkı kullanılınca bir satış ilişkisi
kurulup, muhatap, taşınmazın mülkiyetini devir borcu altına girdiği halde,
satış vaadinde taraflar için bir satış sözleşmesi yapma borcu doğmaktadır. Taşınmaz
satış vaadi sözleşmesine dayanan tescil isteminin hüküm altına alınabilmesi
için sözleşmede kararlaştırılan bedel ödenmiş olmalıdır. Bedel hiç ödenmemiş
veya bedelden ödenmeyen bir kısım var ise, bu bedel TBK’nın 97. maddesi
uyarınca davalı adına depo ettirilmelidir.(TBK m.97) Vaat
alacaklısı, taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile mülkiyet devir borcu yüklenen
satıcıdan edim yerine getirilmediğinde açacağı tescile zorlama davası ile borcun
hükmen yerine getirilmesini isteyebilir.