EKOLOJİK FELAKETLERE HUKUKİ BİR YAKLAŞIM

Şenel Hukuk > Uncategorized  > EKOLOJİK FELAKETLERE HUKUKİ BİR YAKLAŞIM

EKOLOJİK FELAKETLERE HUKUKİ BİR YAKLAŞIM

1760 yılı Sanayi Devriminden itibaren çeşitli şekilde vuku bulan zararların, çevrenin kendini yenilemesine engel olması sebebi ile dünyanın ekosisteminin çöküyor olduğunun kanaatimce herkes farkındadır. Bilim ve hukuk alanındaki mekanizmaların yeterli seviyede olmaması ve insanların kendilerini doğayı sömürme hakkına sahip varlıklar olarak görmesi sebebiyle küresel ekolojik kriz katlanarak artmaktadır, dolayısıyla ek olarak çeşitli önlemlerin alınması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Ekolojik kriz; Verilmiş olan zararların ciddiyeti sebebiyle bugün kolaylıkla durdurulabilecek bir problem değildir, uzun vadeli dikkat ve koruma gerektiren bir husustur. Dolayısıyla insanlık olarak ya ekolojik krizin bizi veyahut gelecek nesli öldürmesine göz yumacağız ya da uzun vadede etkili sonuçlar alabilmek için şimdiden harekete geçeceğiz. Hukuk sisteminde insan, insan olduğu için değerlidir ve korunmaya mecburdur fakat doğa; Doğa için değerli değil insan için değerlidir, onu korumak şüphesiz olarak bizlerin elindedir.

Ekolojik felaketin sonuçlarından biri de meydana gelen hak ihlalleridir. Bunlardan belli başlı olanları ise:

  • Yaşama ve hayatta kalma hakkı,
  • Sağlık hakkı,
  • Temel ihtiyaçların karşılanması ve yeterli yaşam standardı hakkı,
  • Çevre hakkı’dır

İlgili hakları genel çerçevede tanımlamak ve onlar hakkında bilgi vermek gerekirse;

Tüm insanların ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin sahip olduğu haklar ‘insan hakları’ olarak nitelendirilir. Bu hususta tüm insan haklarının evrensel, devredilemez, bölünemez, birbirine bağımlı ve bağlı olduğunu belirtmek gerekmektedir. İnsan haklarına saygı göstermeyen bir rejim, insanın haklarını dolayısıyla da kişinin insan olma niteliğini reddetmiş olacaktır.

İlgili haklar, 4 Kasım 1950 tarihinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu on beş ülke tarafından Roma’da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında uluslararası alanda da korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde insan hakları ve temel özgürlükleri güvence altına alan uluslararası bir antlaşmadır. İlgili sözleşme kapsamında koruma altına alınacak haklar, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olmak üzere 2 bağımsız organ tarafından denetlenmektedir. Bunun yanında farklı alanlardaki insan haklarını korumak için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları da olmak üzere çeşitli uluslararası örgütler, sözleşmeler, bildirgeler, ek protokoller de yer almaktadır.

Ek olarak değinmek gerekirse, insanlar temel ihtiyaçlarını sağlayabilmek ve yaşamlarını makul seviyede sürdürebilmek için şüphesiz olarak çevre ile iç içe olmak ve ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Bu zorunluluğun sonucu olarak da çevreyi koruma altına alabilmek, insanlar tarafından gerek bilerek gerekse bilinmeyerek verilecek zararları en aza indirgemek amacı ile hukuki düzenlemeler yapma gerekliliği hasıl olmuştur. Bu hususta “İnsanların yaşamlarını sürdürebilmek için doğal kaynaklardan yararlanması ile ilgili belli başlı kuralları belirleyen, kurallara uyulmaması halinde gerekli yaptırımların uygulanmasına imkân veren hukuk dalı” olarak nitelendirilen çevre hukuku kavramı doğmuş ve ‘Çevre hakları’ 1982 Anayasası 56. Maddesinde ele alınmış ve anayasal nitelikte bir hak haline gelmiştir. Bu hak, bir kişinin sağlıklı ve güvenli koşullarda yaşama hakkı olarak nitelendirilebilmektedir.

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve dolaylı olarak sağlıklı olma hakkı yaşam hakkı ile doğrudan bağlantılıdır. Doğanın sağlıklı ve yaşanılabilir olmaması halinde insan da temel ihtiyaçlarını karşılayamamakla birlikte yeterli yaşam standardı hakkına sahip olamayacak ve dolayısıyla sağlıklı olamayıp çeşitli hastalıkların meydana gelmesi ile de yaşam hakkı son bulacaktır.

Temiz hava, su ve gıdanın sağlanmasının da insanın yaşam hakkı ile doğrudan bağlantılı olduğu kati surette unutulmaması gereken bir husustur. Bu sebeple ekolojik kriz halinde temiz hava, su ve gıdanın devlet tarafından insanlara sağlanmaması durumunda şüphesiz olarak büyük ölçüde bir hak ihlali ve devletin sorumluluğu meydana gelecektir.

Ekolojik felaketi ve olası sonuçlarını genel çerçevede inceledikten sonra ülkemiz bağlamında bir değerlendirme yapalım. Günümüzde karşı karşıya kaldığımız orman yangınları şüphesiz olarak bir ekolojik felakettir ve insanların yaşama, sağlık, temel ihtiyaçların karşılanması, yeterli yaşam standardı haklarını doğrudan ihlal etmesine rağmen bireysel olarak zarar görülmemesi ya da devletin ihmalinin varlığının ispatlanmaması halinde insanların doğrudan dava hakkı bulunmamaktadır. Bu hususta belirtmek gerekir ki, ilgili hakkın söz konusu olması halinde de ancak tazminat sorumluluğu meydana gelebilecektir. İlgili ihlal karşısında bireysel hak önemli ölçüde zarar gördüyse ve tüm iç hukuk yolları tüketildiyse de ‘bireysel başvuru’ hakkı meydana gelecektir. Bireysel başvuru hakkında İnsan Haklarının korunmasında ilk başvuru yeri olan AİHM; Soruşturma, inceleme ve karar organı olmakla birlikte önüne getirilen uyuşmazlıkları kesin olarak karara bağlayan bir yargı organı niteliğindedir. Davalı devletin ihlaller karşılığında AİHM kararlarına uyması zorunludur ve belirtmek gerekir ki AİHM kararı ile sadece Sözleşme’nin çiğnenip çiğnenmediğini saptamakla kalınmaz, gereken durumlarda davalı devlet tazminata da mahkum edilmektedir.

Felaketler karşısında meydana gelen hak ihlalleri ile baş etme amacı ile anayasa sistematikleri arasında karşılaştırma yapmak için Bolivya Anayasasından kısaca bahsetmek ve tanımlamak gerekirse,

“Bolivya Anayasası’nın 34. Maddesi uyarınca doğaya bir saldırı olduğunda çevresel hakların korunması amacıyla herkes, kendi adına veya bir topluluk namına dava açma hakkına sahiptir. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, yaşam hakkından ayrı düşünülemez. Zira insanı yaşatan çevresindeki doğadır.” Dolayısıyla ilgili hükümden anlaşıldığı üzere bireylerin zarar görmeden dava açıp tazminat elde edebilme hakkı mevcuttur ve ‘yeşil anayasa’ niteliğinin varlığı şüphesizdir. Şahsi kanaatimce günümüzde karşı karşıya olduğumuz ve gelecekte karşı karşıya kalacağımız çeşitli ekolojik felaketler karşısında insanlar olarak alacak olduğumuz uzun vadeli önlemlerin yanı sıra anayasal anlamda bir çözüm mekanizması da meydana gelmelidir, bu hususta Bolivya Anayasası’nı kaynak olarak ele alıp yararlanmak faydalı ve ülkemizi koruyucu nitelikte olacaktır.

Öğr. Stj. Nazlı Ceren Çiçek

Yorum Yok

Yorum Bırak