Uncategorized – Şenel Hukuk https://senellaw.com Hukuk Müşavirliği / Danışmanlık Hizmeti Thu, 16 Sep 2021 08:52:54 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=6.4.2 EKOLOJİK FELAKETLERE HUKUKİ BİR YAKLAŞIM https://senellaw.com/ekolojik-felaketlere-hukuki-bir-yaklasim/ https://senellaw.com/ekolojik-felaketlere-hukuki-bir-yaklasim/#respond Thu, 16 Sep 2021 08:52:53 +0000 https://senellaw.com/?p=3424 1760 yılı Sanayi Devriminden itibaren çeşitli şekilde vuku bulan zararların, çevrenin kendini yenilemesine engel olması sebebi ile dünyanın ekosisteminin çöküyor olduğunun kanaatimce herkes farkındadır. Bilim ve hukuk alanındaki mekanizmaların yeterli seviyede olmaması ve insanların kendilerini doğayı sömürme hakkına sahip varlıklar olarak görmesi sebebiyle küresel ekolojik kriz katlanarak artmaktadır, dolayısıyla ek olarak çeşitli önlemlerin alınması kaçınılmaz hale gelmiştir.

Ekolojik kriz; Verilmiş olan zararların ciddiyeti sebebiyle bugün kolaylıkla durdurulabilecek bir problem değildir, uzun vadeli dikkat ve koruma gerektiren bir husustur. Dolayısıyla insanlık olarak ya ekolojik krizin bizi veyahut gelecek nesli öldürmesine göz yumacağız ya da uzun vadede etkili sonuçlar alabilmek için şimdiden harekete geçeceğiz. Hukuk sisteminde insan, insan olduğu için değerlidir ve korunmaya mecburdur fakat doğa; Doğa için değerli değil insan için değerlidir, onu korumak şüphesiz olarak bizlerin elindedir.

Ekolojik felaketin sonuçlarından biri de meydana gelen hak ihlalleridir. Bunlardan belli başlı olanları ise:

  • Yaşama ve hayatta kalma hakkı,
  • Sağlık hakkı,
  • Temel ihtiyaçların karşılanması ve yeterli yaşam standardı hakkı,
  • Çevre hakkı’dır

İlgili hakları genel çerçevede tanımlamak ve onlar hakkında bilgi vermek gerekirse;

Tüm insanların ırk, ulus, etnik köken, din, dil ve cinsiyet ayrımı gözetmeksizin sahip olduğu haklar ‘insan hakları’ olarak nitelendirilir. Bu hususta tüm insan haklarının evrensel, devredilemez, bölünemez, birbirine bağımlı ve bağlı olduğunu belirtmek gerekmektedir. İnsan haklarına saygı göstermeyen bir rejim, insanın haklarını dolayısıyla da kişinin insan olma niteliğini reddetmiş olacaktır.

İlgili haklar, 4 Kasım 1950 tarihinde aralarında Türkiye’nin de bulunduğu on beş ülke tarafından Roma’da imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) kapsamında uluslararası alanda da korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ise Avrupa Konseyi’ne üye ülkelerde insan hakları ve temel özgürlükleri güvence altına alan uluslararası bir antlaşmadır. İlgili sözleşme kapsamında koruma altına alınacak haklar, Avrupa İnsan Hakları Komisyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi olmak üzere 2 bağımsız organ tarafından denetlenmektedir. Bunun yanında farklı alanlardaki insan haklarını korumak için Birleşmiş Milletler İnsan Hakları da olmak üzere çeşitli uluslararası örgütler, sözleşmeler, bildirgeler, ek protokoller de yer almaktadır.

Ek olarak değinmek gerekirse, insanlar temel ihtiyaçlarını sağlayabilmek ve yaşamlarını makul seviyede sürdürebilmek için şüphesiz olarak çevre ile iç içe olmak ve ihtiyaçlarını gidermek zorundadır. Bu zorunluluğun sonucu olarak da çevreyi koruma altına alabilmek, insanlar tarafından gerek bilerek gerekse bilinmeyerek verilecek zararları en aza indirgemek amacı ile hukuki düzenlemeler yapma gerekliliği hasıl olmuştur. Bu hususta “İnsanların yaşamlarını sürdürebilmek için doğal kaynaklardan yararlanması ile ilgili belli başlı kuralları belirleyen, kurallara uyulmaması halinde gerekli yaptırımların uygulanmasına imkân veren hukuk dalı” olarak nitelendirilen çevre hukuku kavramı doğmuş ve ‘Çevre hakları’ 1982 Anayasası 56. Maddesinde ele alınmış ve anayasal nitelikte bir hak haline gelmiştir. Bu hak, bir kişinin sağlıklı ve güvenli koşullarda yaşama hakkı olarak nitelendirilebilmektedir.

Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ve dolaylı olarak sağlıklı olma hakkı yaşam hakkı ile doğrudan bağlantılıdır. Doğanın sağlıklı ve yaşanılabilir olmaması halinde insan da temel ihtiyaçlarını karşılayamamakla birlikte yeterli yaşam standardı hakkına sahip olamayacak ve dolayısıyla sağlıklı olamayıp çeşitli hastalıkların meydana gelmesi ile de yaşam hakkı son bulacaktır.

Temiz hava, su ve gıdanın sağlanmasının da insanın yaşam hakkı ile doğrudan bağlantılı olduğu kati surette unutulmaması gereken bir husustur. Bu sebeple ekolojik kriz halinde temiz hava, su ve gıdanın devlet tarafından insanlara sağlanmaması durumunda şüphesiz olarak büyük ölçüde bir hak ihlali ve devletin sorumluluğu meydana gelecektir.

Ekolojik felaketi ve olası sonuçlarını genel çerçevede inceledikten sonra ülkemiz bağlamında bir değerlendirme yapalım. Günümüzde karşı karşıya kaldığımız orman yangınları şüphesiz olarak bir ekolojik felakettir ve insanların yaşama, sağlık, temel ihtiyaçların karşılanması, yeterli yaşam standardı haklarını doğrudan ihlal etmesine rağmen bireysel olarak zarar görülmemesi ya da devletin ihmalinin varlığının ispatlanmaması halinde insanların doğrudan dava hakkı bulunmamaktadır. Bu hususta belirtmek gerekir ki, ilgili hakkın söz konusu olması halinde de ancak tazminat sorumluluğu meydana gelebilecektir. İlgili ihlal karşısında bireysel hak önemli ölçüde zarar gördüyse ve tüm iç hukuk yolları tüketildiyse de ‘bireysel başvuru’ hakkı meydana gelecektir. Bireysel başvuru hakkında İnsan Haklarının korunmasında ilk başvuru yeri olan AİHM; Soruşturma, inceleme ve karar organı olmakla birlikte önüne getirilen uyuşmazlıkları kesin olarak karara bağlayan bir yargı organı niteliğindedir. Davalı devletin ihlaller karşılığında AİHM kararlarına uyması zorunludur ve belirtmek gerekir ki AİHM kararı ile sadece Sözleşme’nin çiğnenip çiğnenmediğini saptamakla kalınmaz, gereken durumlarda davalı devlet tazminata da mahkum edilmektedir.

Felaketler karşısında meydana gelen hak ihlalleri ile baş etme amacı ile anayasa sistematikleri arasında karşılaştırma yapmak için Bolivya Anayasasından kısaca bahsetmek ve tanımlamak gerekirse,

“Bolivya Anayasası’nın 34. Maddesi uyarınca doğaya bir saldırı olduğunda çevresel hakların korunması amacıyla herkes, kendi adına veya bir topluluk namına dava açma hakkına sahiptir. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, yaşam hakkından ayrı düşünülemez. Zira insanı yaşatan çevresindeki doğadır.” Dolayısıyla ilgili hükümden anlaşıldığı üzere bireylerin zarar görmeden dava açıp tazminat elde edebilme hakkı mevcuttur ve ‘yeşil anayasa’ niteliğinin varlığı şüphesizdir. Şahsi kanaatimce günümüzde karşı karşıya olduğumuz ve gelecekte karşı karşıya kalacağımız çeşitli ekolojik felaketler karşısında insanlar olarak alacak olduğumuz uzun vadeli önlemlerin yanı sıra anayasal anlamda bir çözüm mekanizması da meydana gelmelidir, bu hususta Bolivya Anayasası’nı kaynak olarak ele alıp yararlanmak faydalı ve ülkemizi koruyucu nitelikte olacaktır.

Öğr. Stj. Nazlı Ceren Çiçek

]]>
https://senellaw.com/ekolojik-felaketlere-hukuki-bir-yaklasim/feed/ 0
AVRUPA İNSAN HAKLARI MAHKEMESİ BAŞVURU SÜRECİ https://senellaw.com/avrupa-insan-haklari-mahkemesi-basvuru-sureci/ https://senellaw.com/avrupa-insan-haklari-mahkemesi-basvuru-sureci/#respond Thu, 05 Aug 2021 08:09:06 +0000 https://senellaw.com/?p=3416

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 1959 yılında kurulan, Avrupa Konseyi’ne bağlı uluslararası bir kuruluştur. Mahkemenin esas faaliyeti, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve ek maddelerle güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin çiğnenmesinde gerçek veya tüzel kişileri, toplulukları, diğer ülkeleri yargılamaktır. Günümüzde Türkiye de dahil olmak üzere 47 üyesi bulunan mahkeme, Fransa’nın Strasbourg şehrinde faaliyet göstermektedir.

Mahkemenin yapısı, her üye ülkenin AİHM heyetine bir yargıç vermesiyle oluşur. Yargıçlar her ülkenin AİHM makamı için önerilen yargıç listesinden oylamayla seçilir. Seçim dönemi öncesi hakimler sıkı bir eğitim ve mülakattan geçmektedir. Oylamayla seçilen yargıçlar, yalnızca bir dönem sayılan 9 yıllık süre boyunca görev alabilirler. Görev süresi boyunca yargıçlar, ülkelerinin çıkarlarını gözetmeden ve ülkelerini temsil etmeden tam bağımsızlık hakkına sahip olurlar. Farklı devletlerden çalışma arkadaşları bulunan, aynı zamanda kendi ülkelerini hiçbir koşulda temsil etmeyen yargıçların çıkar gözetmemeleri sebebiyle görevlerini adalet duygusunu barındırarak, doğru biçimde icra edeceklerine şüphe yoktur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, özel ve tüzel kişilerin iç hukukla sonuçlandıramadıkları veya sonuçlarının adil olmadığını düşündükleri kararlarda başvuran kişilerin kendi devletlerini bu uluslararası kuruma karşı hesap vermeye zorlar. Başvuru şartlarını sağlayan kişilerin davaları bu mahkeme nezdinde görülmektedir. Verilen karar, mağdur kişinin davasında ve vatandaşı olduğu devletin hukuk sisteminde bağlayıcı nitelik taşır. Bu durum Türkiye bağlamında değerlendirildiğinde Anayasamızın 90. Maddesinde güvence altına alınmıştır. Madde hükmüne göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası Andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır”.

AİHM’ne başvurmak için kişinin öncelikle kendi devletindeki hukuk yollarını tüketmiş olması aranır. Kişinin mağdur konumunda olması ve büyük miktarda hak kaybına uğraması aranan şartlar arasındadır. Özellikle yaşam hakkı ihlali, işkence veya insanlık dışı muameleler, düşünce özgürlüğü ihlali, din ve vicdan özgürlüğü ihlali sık sık AİHM’ne konu olmaktadır. Mağduriyetin büyüklü bu yüzden büyük önem taşımaktadır. Bunlara ek olarak AİHS’de belirtilen haklar doğrultusunda başvuru yapılmış olması ve başvurunun davaya konu olan devlet tarafından imzalanmış olması gerekmektedir.

Başvuru sürecinde ve sonrasında mağdur kişinin bir avukat tarafından temsil edilmesi şart değildir ancak süreci eksiksiz tamamlamak, sahip olunan hakları bilmek ve uygulamak için hukuki yardım almakta büyük fayda vardır. Başvurunun açıklayıcı ve hukuki dilde olması mağdur kişinin davasında büyük fayda sağlayacağı gibi başvurunun AİHM’nin ana dilinde olan Fransızca olması çok daha etkili olacaktır. Başvurular bütün dillerde yapılabilmektedir ancak dava, duruşma ve verilen kararlar AİHM’nin ana dili olan Fransızca ile yapılacağından süreci Fransızca ile başlatmanın mağdur kişinin lehine olacağı açıktır. Bu doğrultuda, seçilen avukatın mağdur kişinin dava konusuyla ilgili çalışmalar yapıp yapmadığı, bu çalışmalardaki başarısı ve dil desteğinin bulunup bulunmadığının araştırılması gerekir.

Derya AKSU

]]>
https://senellaw.com/avrupa-insan-haklari-mahkemesi-basvuru-sureci/feed/ 0
YABANCI BOŞANMA KARARLARININ NÜFUS KÜTÜĞÜNE TESCİLİ (TÜRKÇE VE ALMANCA) https://senellaw.com/yabanci-bosanma-kararlarinin-nufus-kutugune-tescili-turkce-ve-almanca/ https://senellaw.com/yabanci-bosanma-kararlarinin-nufus-kutugune-tescili-turkce-ve-almanca/#respond Wed, 02 Dec 2020 11:47:34 +0000 https://senellaw.com/?p=3398 Yurt dışında yaşayan Türk vatandaşları için Milletlerarası Özel Hukukta Aile Hukukuna ilişkin önemli yenilikler getirilmiştir. Bu yenilikle, taraflar yabancı ülke adli veya idari makamlarınca verilen boşanma kararları, tanıma ve tenfiz yoluna başvurmaksızın nüfus kütüğüne tescil edilebilmektedirler. Böylece yurt dışında yaşayan Türk vatandaşlarına bu yeni uygulama ile tarafların Türkiye’deki boşanma süreci kısalaştırılmış ve kolaylaştırılmıştır. Söz konusu yenilik 07.02.2018 tarihinde yürürlüğe girmesine rağmen 2020 yılında değişikliğe uğramıştır.

5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun 50. ve 58. maddelerine göre; Yabancı mahkemelerce hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş kararların ancak tanıma ve tenfiz yoluyla Türk Hukukunda kesin hüküm ve kesin delil etkisi yaratması ve icra kabiliyeti kazanması hükmolunmuştur. Dolayısıyla yurt dışında boşanan eşler bu hükme göre, Türkiye’de boşanmamış sayılıyor ve yeniden evlenmeleri engellenmiş oluyordu. Taraflar hem yurt dışında hem de Türkiye’de adli makamlara başvurmak mecburiyetindeydi.

2018 yılında 690 sayılı KHK ile 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa 27/A maddesi eklenerek, tarafların yurt dışında sonuçlanan boşanmaya, evliliğin butlanına, iptaline veya evliliğinin mevcut olup olmadığının tespitine ilişkin verilen kararlar Türkiye’de de kabul göreceği hükmolunmuştur. Böylelikle yabancı kararlar tanıma ve tenfiz yoluna başvurmaksızın Türkiye’de doğrudan tescil edilebilmektedir ve kendiliğinden (ipso iure) sonuç doğurmaktadır.

Yabancı boşanma kararlarının Türkiye’de tescili için dikkat edilmesi gereken koşul; kararların bizzat veya vekilleri aracılığıyla tarafların birliktebaşvurmasıdır. Birliktelik unsuru zorunlu olmayıp, taraflar başvurularını aynı anda birlikte veya ayrı zamanlarda yapabilir. Ayrı ayrı müracaat edilmesi durumunda her iki müracaat arasındaki süre 90 günü geçemez. Taraflardan birinin talepte bulunmaktan kaçınması halinde, Türkiye’de tanıma davası açılarak yabancı karar sonuç doğracaktır.

25.03.2020 tarihinde “birlikte” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya taraflardan birinin ölmüş ya da yabancı olması halinde Türk vatandaşı olan diğer taraf veya vekilinin tek başına” ibaresi eklenmiştir. Böylelikle taraflardan birinin ölmüş ya da yabancı olması halinde Türk vatandaşı olan diğer taraf veya vekilinin tek başına başvurması yeterli olacaktır.

Doğrudan tescil edilebilen kararlar, sadece boşanmaya, evliliğin butlanına, iptaline veya mevcut olup olmadığının tespitine ilişkin olarak verilen kararlardır. Yabancı karar, verildiği devlet kanunlarına göre yetkili adli veya idari makam tarafından verilmiş olmalıdır. Bu kararın verildiği ülke hukukuna göre usulen kesinleşmiş ve Türk kamu düzenine açıkça aykırı bulunmaması şartlarıyla nüfus kütüğüne tescil edilebilmektedir. Bu imkan sadece Türk vatandaşlarına tanınmıştır. Yabancı kararın tescili için evlilik bir kararla sona ermiş olmalıdır. Gaiplik ve ölmüş sayılma kararıyla evlilik bağı kendiliğinden ortadan kalkmadığı için bu kararı, NHK m. 27/A uyarınca tescili mümkün olmayacaktır.

Eşlerin tescil talebinde bulunmaksızın tanıma talebinde bulunması mümkün değildir. Zira NHK m. 27/A’nın üçüncü fıkrasına göre, MÖHUK uyarınca bir tanıma kararının verilebilmesi, tescil kararının reddine bağlıdır.

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 27/A maddesine dayanılarak Yabancı Ülke Adli ve İdari Makamlarınca Verilen Kararların Nüfus Kütüğüne Tescili Hakkında Yönetmeliği hazırlanmıştır. Bu yönetmeliğin amacı; yabancı ülke adlî veya idarî makamlarınca boşanmaya, evliliğin butlanına, iptaline veya mevcut olup olmadığının tespitine ilişkin verilen kararların aile kütüğüne tescilini düzenlemektir.

Yurt dışındaki boşanma kararlarının tanınması başvurusu; Yönetmeliğin 5. maddesi gereğince, kararın verildiği ülkedeki dış temsilciliklere, yurt içinde ise taraflardan birinin yerleşim yeri il müdürlüğüne; Türkiye’de yerleşim yeri yoksa Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Erzurum, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kayseri, Konya, Kahramanmaraş, Samsun, Siirt, Sivas, Trabzon, Şanlıurfa ve Van il müdürlüklerinden birine yapılır.

İbrazı zorunlu tutulan belgeler ise:

  • Başvuru Formu,
  • İlgili kararın aslı ile Apostil şerhli Türkçe tercümesi,
  • Kesinleşme şerih yok ise kararın verildiği ülke kanunlarına göre kesinleştiğine dair belge ile Apostil şerhi tatbik edilerek onaylanmış Türkçe tercümesi,
  • Kimlik veya pasaport fotokopileri,
  • Vekil aracılığı ile yapılacak müracaatlarda noter tarafından düzenlenen fotoğraflı özel vekaletname,
  • Yabancı ülke adlî veya idarî makamlarınca verilen kararlarla ilgili daha önce Türk mahkemelerinde açılmış ve halen görülmekte olan dava dosyası bilgileri ile varsa kararların daha önce Türk mahkemelerince kesin hükme bağlanmış olduğuna ilişkin mahkeme kararının aslı veya fotokopisi ya da Türk mahkemelerinde halen devam eden bir dava yahut tanımanın Türk mahkemelerince evvelce reddedildiğine dair karar bulunmadığı yönünde adli makamlardan alınan belge.

Başvuruda belgelerde eksiklik tespit edildiğinde, bu eksikliklerin tamamlanması için doksan günlük süre verilir. Bu süre içinde eksik belgelerin tamamlanmaması halinde başvuru reddedilir.

Mevzubahis yeniliğin Türkiye’ye getirilmesi tartışmalı bir husustur ve çoğu yabancı ülkede böyle bir düzenleme mevcut değildir. Alman hukukunda EGBGB m. 17 gereğince bir evliliği ancak Alman mahkemelerce sonlandırılacağı belirtilmiştir. Türk veya yabancı mahkemelerden hukuk davalarına ilişkin olarak verilmiş ve o devlet kanunlarına göre kesinleşmiş bulunan kararların Almanya’da geçerliği olmadığından ayriyeten Almanya’da tanıma ve tenfiz yoluna başvurulması gerekmektedir. Danimarka harici Avrupa Birliği Üyeleri için ise ayrı bir düzenleme getirilerek adli makamlara başvurmaksızın boşanma kararları Avrupa Birliği Devletleri içerisinde sonuç doğurmaktadır.

DİE ANERKENNUNG AUSLÄNDISCHER SCHEIDUNGSURTEILE IN DER TÜRKEI

Seit dem 07.02.2018 gibt es in der Türkei neue Regelungen bezüglich der Anerkennung ausländischer Scheidungsbeschlüsse. Durch diese gesetzliche Erneuerung ist es möglich, ohne ein eingeleitetes Anerkennungsverfahren vor den türkischen Gerichten das im Ausland bestandskräftige Scheidungsurteil auch im türkischen Melderegister einzutragen. Somit ist das Scheidungsverfahren für binationale Ehen vereinfacht worden.

Grundsätzlich muss gemäß Art. 58 des Gesetzes Nr. 5718 über das internationale Privat- und Zivilverfahrensrecht ein Antrag auf Anerkennung vor den türkischen Gerichten erfolgen. Ohne ein solches Verfahren sind ausländische Urteile jeder Art in der Türkei nicht rechtskräftig. Folglich waren die Parteien verpflichtet zwei gerichtliche Verfahren einzuleiten um sich scheiden zu lassen. Dadurch entstanden doppelte Gerichts- und Anwaltskosten. Erst mit einem türkischen Scheidungsbeschluss konnten sich bereits geschiedene Ehegatten Änderungen in den Personenregistern vornehmen. Ohne eine Änderung im Personenregister ist eine weitere Ehe auszuschließen.

Mit dem rechtskräftigen Dekret Nr. 690 wurde die Anerkennung ausländischer Scheidungsbeschlüsse in der Türkei vereinfacht. Statt einem weiteren Klageverfahren genügt es seither bei der zuständigen Behörde einen Antrag auf Anerkennung zu stellen. Zu beachten ist, dass nur Gerichtsurteile anerkannt werden, welche eine Scheidung, Aufhebung oder Nichtigerklärung der Ehe beinhalten. Vereinbarungen bezüglich Unterhaltsansprüchen beziehungsweise Scheidungsfolgen werden von den zuständigen Behörden nicht anerkannt. Ein Antrag ist nur möglich, wenn das Klageverfahren abgeschlossen ist und kein offensichtlicher Widerspruch zum türkischen Recht besteht. Beide Parteien müssen einen Antrag stellen und türkische Staatsbürger sein. Es ist nicht erforderlich, dass beide gemeinsam und gleichzeitig einen Antrag stellen. Den Antrag kann jeder eigenständig stellen. Zu beachten ist nur, dass nach dem ersten Antrag die darauffolgende Beantragung innerhalb von 90 Tagen sein muss. Ansonsten ist der Antrag nicht gültig. Wenn die Parteien in Deutschland leben, können sie diesen Antrag beim örtlich zuständigen türkischen Konsulat stellen. Im Falle der Verweigerung einer Partei besteht die Möglichkeit einer Anerkennungsklage vor türkischen Gerichten.

Seit dem 25.03.2020 ist es in Sterbefällen möglich einen solchen Antrag selbstständig oder durch einen Bevollmächtigten zu stellen. Auch ist dies möglich, wenn einer der Parteien nicht türkischer Staatsbürgerschaft ist.

Benötigte Unterlagen für einen Anerkennungsantrag:

  • Antragsformular,
  • Entscheidung mit Rechtskraftvermerk möglichst mit Tatbestand, Entscheidungsgründen und Apostille,
  • Beglaubigte Übersetzung der Entscheidung,
  • Kopie des Reise- oder Personalausweises
  • Schriftliche Vollmacht, falls der Antrag durch einen Bevollmächtigten gestellt wird,
  • Im Falle, dass in der Türkei ein Verfahren eingeleitet wird müssen die dazugehörigen Unterlagen eingereicht werden.

Bei der Feststellung von fehlenden Unterlagen müssen diese innerhalb von 90 Tagen eingereicht werden. Falls die fehlenden Unterlagen nicht eingereicht werden wird der Antrag abgelehnt.

Aufgrund dessen, dass grundsätzlich Gerichtsurteile nur unmittelbare Rechtswirkung in dem Staat entfalten in dem sie erlassen worden sind, müssen ausländische Entscheidungen um in Deutschland rechtswirksam zu werden durch die Landesjustizverwaltung anerkannt werden. Somit besteht ein ähnliches Verfahren auch wenn man ein türkisches Scheidungsurteil in Deutschland anerkennen lassen möchte. Eine Ausnahme besteht für Mitgliedstaaten der Europäischen Union -außer Dänemark-, diese ausländischen Urteile sind ohne Antrag und förmliches Anerkennungsverfahren auch in Deutschland rechtskräftig.

STJ. AV. ZEHRA BÜYÜKDAĞ

]]>
https://senellaw.com/yabanci-bosanma-kararlarinin-nufus-kutugune-tescili-turkce-ve-almanca/feed/ 0
ÇEVRE HUKUKU VE İDARİ PARA CEZALARI https://senellaw.com/cevre-hukuku-ve-idari-para-cezalari/ https://senellaw.com/cevre-hukuku-ve-idari-para-cezalari/#comments Mon, 12 Oct 2020 07:49:49 +0000 https://senellaw.com/?p=3385 ÇEVRE HUKUKU TARİHİ:

20. yüzyılda yaşanan teknolojik gelişmeler ile başlayan ve günümüzün en önemli küresel sorunlarından biri olan çevre kirliliği; dünyamızın karşı karşıya olduğu varsayımsal tehditlerin yaklaşmasıyla daha da önemli bir hale gelmiştir. Çevre sorunlarında meydana gelen olumsuzlukların göz ardı edilemeyecek seviyelere ulaşmasıyla çevre sorunları hukuki çerçevede yerini almıştır.

1913 yılında yapılan Bern Konferansı bu çalışmaların ilkidir. Birleşmiş Milletler Çevre ve İnsan Konferansı uluslararası alanda çevre hakkının dile getirildiği ilk toplantıdır. Toplantıya 100’den fazla ülke temsilcisi katılmıştır. Bu toplantı; “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevrede, özgürlük, eşitlik ve yeterli yaşam koşulları temel hakkına sahiptir.” (m.1) ilkesinin yer aldığı bildirinin kabul edilmesi nedeni ile çevre sorunlarına yönelik politika arayışında ayrı bir öneme sahiptir.

Ülkemizdeki gelişmeler 1982 Anayasası ile birlikte anayasal bir düzene taşınmıştır. Anayasamızın 56. Maddesinde koruma altına alınan çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek ödevi vatandaşlara ve devlete verilmiştir. Devlet; çevre ile ilgili düzenlemeler yaptıktan sonra bu düzenlemelere uyulup uyulmadığını kontrol etmek, denetlemek ve gerekli tedbirleri almak, uyulmadığı takdirde de caydırıcı ve tazmin etkisi olan yaptırımları uygulamak zorundadır.  

09.08.1983 tarihinde 2872 sayılı Çevre Kanunu yayımlanmıştır. Bu Kanununa istinaden birçok Yönetmelik, Genelge ve Tebliğ yayınlanmaya devam etmektedir.

İDARİ PARA CEZASI VE ÇEŞİTLERİ:

İdari para cezası, kanunda kabahat olarak nitelendirilen haksız fiiller karşılığında, kanunla belirlenen parasal nitelikteki yaptırımlardır ve iki çeşidi bulunmaktadır. Bunlar; maktu ve nispi idari para cezalarıdır. Maktu idari para cezası; Kabahatler Kanunu m.17/1 uyarınca, cezanın ilgili kanun gereği sabit olarak belirlenmiş olmasıdır. Nispi idari para cezası; Kabahatler Kanunu m.17/2 uyarınca, belli bir oran ile hesaplanan idari para cezalarıdır.

2872 SAYILI ÇEVRE KANUNUNDA YER ALAN İDARİ NİTELİKTEKİ CEZALAR VE CEZA TUTARLARI NELERDİR?

31 Aralık 2019 tarihli 30995 Sayılı Resmi Gazete yayımlanan 2020 yılına ilişkin ceza tutarlarının yer verdiği tablo aşağıdaki gibidir.

İDARİ PARA CEZASI VERME YETKİSİNE SAHİP BİRİMLER

Çevre Kanunu’nun “İdari cezalarda yetki” başlıklı 24. Maddesinde idari para cezası verme yetkisine sahip birimler açıklanmıştır. İlgili 24. Maddede denetim yetkisinin devrine ilişkin olarak aynı Kanunun 12. Maddesine atıf yapılmıştır. 12. Maddeye göre Çevre Kanunu hükümlerine uyulup uyulmadığını denetleme yetkisi Çevre ve Şehircilik Bakanlığına ait olup, gerektiğinde bu yetkinin Bakanlıkça; il özel idarelerine, çevre denetim birimlerini kuran belediye başkanlarına, Denizcilik Müsteşarlığına, Sahil Güvenlik Komutanlığına, 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanuna göre belirlenen denetleme görevlilerine devredileceği, denetimlerin Bakanlığın belirlediği denetim usul ve esasları çerçevesinde yapılacağı hüküm altına alınmıştır. 12. Maddenin son fıkrasında da “Denetim bilgi verme ve bildirim yükümlülüğüne ilişkin usul ve esaslar Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliklerle düzenlenir.” denilmektedir. Bu maddeye istinaden Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından çıkarılan, yayım tarihi 03.04.2007 tarihli “Çevre Kanunu’na Göre Verilecek İdari Para Cezalarına İhlalin Tespiti ve Ceza Verilmesi ile Tahsili Hakkında Yönetmeliğin” ikinci bölümünde “idari para cezası verme yetkisi” başlığı altında ceza verme/kesme yetkisi; bakanlıkta idari para cezası verme yetkisi (madde 5) ve bakanlık dışında idari para cezası verme yetkisi (madde 6) olarak iki başlıkta düzenlenmiştir. Bahsi geçen yönetmeliğin 5. Maddesi uyarınca, kanunda belirtilen ihlaller için idari para cezası kesme yetkisi; Bakanlık merkez teşkilatında Çevre Yönetimi Genel Müdürü, Çevresel Etki Değerlendirmesi ve Planlama Genel Müdürü ile Doğa Koruma ve Millî Parklar Genel Müdürü, taşra teşkilatında ise Çevre ve Orman İl Müdürü tarafından verileceği açıkça belirtilmiştir. Ancak 04.07.2011 tarihli ve 27984 sayılı mükerrer Resmi Gazetede yayımlanan, 29.06.2011 tarih ve 644 no.lu “Çevre ve Şehircilik Bakanlığın Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede” yapılan düzenlemeler ile Çevre Kanunu kapsamında idari para cezası verebilecek birimler yeniden düzenlenmiştir. Düzenleme aşağıdaki gibidir.

BİRİM                                                                        CEZA KESMEYE YETKİLİ BİRİM

-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı                                  Çevre Etki Değerlendirilmesi İzin

 Merkez Teşkilatında                                                ve Denetim Genel Müdürlüğü

-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı                                  Çevre ve Şehircilik İl Müdürü

  Taşra Teşkilatında                       

                                                                                     İl Özel İdarelerine

                                                                                     Çevre Denetim Birimlerini Kuran Belediye

                                                                                     Başkanlıklarına

-Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca                            Denizcilik Müsteşarlığına (Ulaştırma,

 Gerektiğinde Yetki Devri Yapılabi-                        Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı)

Lecek Kurum ve Kuruluşlar                                     Sahil Güvenlik Komutanlığına

                                                                                     13.10.1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları

                                                                                     Trafik Kanununa Göre Belirlenen Denetleme

                                                                                     Görevlilerine

Öğr. Stj. Zeynep Durur

]]>
https://senellaw.com/cevre-hukuku-ve-idari-para-cezalari/feed/ 1